Psikanalitik Psikoterapi

Psikanaliz, kişiliğin bilimsel bir gözlem ve inceleme yöntemidir; özellikle istekler, güdüler, dürtüler, düşler, hayaller gibi kişiliğimizin dinamik ve bilinçdışıyla ilişkili yönlerini tanıma açısından güvenilir bir araştırma tekniğidir.  Freud tarafından ilk defa uygulanmış ve ondan sonra gelen analistlerce geliştirilmiştir. Bu terapi yöntemiyle ilgili bazı temel kavramlar vardır:

  • Serbest çağrışım: hastanın terapi seansına kafasında herhangi bir konuyla gelmemesi ve görüşme sırasında aklına gelen herşeyi herhangi bir sansür uygulamadan terapistine aktarması istenir. Bu yöntemle hastanın bilindışına ulaşmak amaçlanır.
  • Aktarım: Hastanın daha önceki yaşamında kendisi için önemli olan bir kişiye karşı duyduğu duyguları terapistine aktarmasıdır. Yani hasta farkında olmadan terapisti bir başkası yerine koyar, bu kişi genellikle anne ya da babadır. Analitik yönelimli terapide terapistin bu aktarımı anlaması ve bunun üzerinde çalışması terapinin temelini oluşturur.
  • Direnç: Terapi süreci kişide değişiklik yaratmayı hedefler. Benliğin sağlıksız yönleri üzerinde çalışarak bunları değiştirmek hedeflenir ancak sağlıklı ya da sağlıksız bir denge halindeki organizma var olan durumunu korumaya çalışacaktır. İşte terapi sürecinde kişinin bilinçdışı olarak değişime karşı koymasına direnç denir. Direnç çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir, terapistin bunu fark edip üzerinde çalışması gerekir.
  • İçgörü: Psikanalitik psikoterapilerin amacı kişiye içgörü kazandırmaktır; yani kişinin kendi iç dünyasına bakmasını, kendi çatışmalarını, güçlü ve güçsüz yönlerini görmesini sağlamaktır.

Günümüzde iki şekilde uygulanır birincisi klasik psikanalizdir diğeri ise psikanalitik yönelimli psikoterapidir.

Klasik Psikanaliz

Klasik psikanaliz özel yöntem ve çok yoğun çalışma gerektiren bir psikoterapi türüdür. Psikanalistin özel eğitim görmesi, kendisinin eğitim için psikanalizden geçmesi gerekir. Ruh hastaları ya da ruhsal sorunları olan kişiler arasında ancak özel bir kesime uygulanabilir. Sağaltım süresi yılları kapsayabilen bir uzunluktadır. Psikanalizde hasta, haftada en az 2, ortalama 3-4 kez seanslara gelmelidir. Bu seanslarda hasta sedirde (divan) uzanarak konuşur. Serbest çağrışım temel kuraldır. Psikanalizde amaç, kökten yapısal değişim, bastırılmış ya da ayrı tutulan bilinçdışı çatışmanın egonun bilinçli yapısıyla bütünleştirilmesidir.

Psikanalitik Yönelimli Psikoterapi

Psikanalitik Yönelimli Psikoterapi tedavi yaklaşımı olarak psikanaliz ilkelerini temel alan, fakat klasik uygulama kurallarına bağlı kalmayan sağaltım türüdür. Bu tedaviyi uygulayacak hekimin uzun süre denetim altında eğitim görmesi zorunludur. Hastalar yine özel seçilmelidir. Haftalık sağaltım seansları daha esnek tutulabilir. Hasta sedire uzanmaz; yüz yüze konuşulur. Serbest çağrışım kural değildir. Sağaltım 2-3 yıl, hatta daha uzun sürebilir. Psikanalitik psikoterapi yorumu kullanır, ancak ağır psikopatolojisi olan pek çok hastada, açıklama (klarifikasyon) ve yüzleştirme (konfrontasyon) yorumdan daha fazla kullanılır. Bilinçdışı anlamların “şimdi ve burada” yorumlanması, “geçmiş yer ve zamanda” yorumlanmasından daha fazla yer alır. Psikanalitik Yönelimli psikoterapide amaç, yakınılan belirtilerde önemli değişiklikler sağlamak üzere ruhsal yapının kısmen yeniden yapılandırılmasıdır.

İki Yöntem Arasındaki Benzerlikler ve Farklar

Her iki sağaltım türü de içgörü kazanarak benliğin güçlenmesini, kişiliğin değişimini amaçlamaktadır. Arada genellikle yoğunluk ve derinlik farkı vardır. İki tedavi arasındaki farklılıklara bakarsak, psikanalitik yönelimli terapide psikanalize göre daha sınırlı bir değişim amaçlanır. Çağımızda, klasik psikanaliz daha seyrek uygulanırken psikanalitik yönelimli psikoterapiler ise daha sık kullanılmaktadır.

Sanatla Terapi

Sanat ve psikoterapi yapısal olarak benzemektedir. Her ikisinde de içe atılmış veya içe alınmış yaşantıların, şimdi ve buradaki yaşantıya etkileri, yansımaları vardır. İçe atılmış yaşantılar bir yolla dışa vurulamazsa ruh sağlığı risk altına girebilmektedir.  Sanat, bu riske karşı koruyucu işlev görmektedir. Sanat öğeleri simgeler yolu ile dışavurumu sağlar. Bilinç dışına itilmiş ve deforme olmuş yaşantı ve duygu içeriği sanatın renk, ses, biçim, hareket, ezgi, ritm, dil araçları ile dışa vurulur. Sanatın psikoterapi amaçlı kullanımında performans kaygılarının işe karışmaması sağlanmalı, içte olanın dışavurumu esas hedef olmalıdır. Psikoterapide kullanılan yöntemler yalnızca dile dayanıyorsa imgelem, yaşantı, çağrışım ve duyguların anlatımı zor olabilmektedir. Eylem içeren yöntemler (fenomenolojik yöntemler) çağrışım, yaşantı ve duyguların ortaya çıkışını hızlandırır. Psikoterapi tüm sanat alanları ile buluşturulabilir. Sanatla tedavi çalışmaları terapistin yönelimine uygun biçimde uygulanır. Daha çok dinamik, analitik ve fenomenolojik yönelim içinde kullanılmaktadır. Aktif yöntemler ve/veya pasif yöntemler,  konservatif eserler veya doğaçlama sanat eylemi grup içinde veya bireysel çalışmalar olarak yapılır. Sanatla tedavinin rehabilitasyon hizmetinden farklı bir yetkinlik, sorumluluk ve yükümlülük taşıması gerekliliği vardır.

Bilişsel Davranışçı Terapi

Bilişsel davranışçı terapi sıkıntı yaratan belirtileri hedef alan, sıkıntıyı azaltmayı, düşünce biçimlerini yeniden gözden geçirmeyi ve sorun çözmede yardımcı olacak yeni stratejiler öğretmeyi amaçlayan etkililiğini araştırmalarla gösterilmiş bir psikoterapi türüdür. Birçok psikiyatrik bozukluk ve geniş bir sorun alanında etkili olduğu kanıtlanmış bir tedavi yaklaşımıdır.

Davranış tedavileri, genel bir tanımla öğrenme ilkelerinin davranış bozukluklarının analiz ve tedavilerine sistematik bir biçimde uygulanışı olarak tanımlanabilir. Davranış tedavileri doğrudan uyumsuz davranışlar üzerine odaklanır. Davranışçı tedavide bireye tedavinin mantığı aktarılıp, kaygı verici durumlarla karşılaştığında kaçmak yerine, kaygıyla başa çıkmak konusunda ne tür yöntemler uygulayabileceği aktarılır.

Bilişsel teoriye göreyse çocukluk çağındaki deneyimler öğrenme yoluyla bazı temel düşünce, sayıltı ve inanç sistemlerinin oluşmasına neden olur. Bu temel düşünce ve inançlar „şema“ olarak adlandırılır. Bu şemalar katı düşünce kalıpları olup, yaşamın daha ileri dönemlerinde bireylerin kendileri ve yaşadıkları dünyaya ilişkin algılarını biçimlendirmekte kullanılır. Psikiyatrik bozukluklar, bireyin bilinçli olarak farkında olmadığı bu olumsuz kalıpların içeriğindeki temel düşünceleri destekleyen bir yaşam olayının ardından gelişir.

Tedavide danışan kişi ile terapist çeşitli sorunları belirlemek ve anlamak için, iyileşmeyi hedef alan bir işbirliği içinde düşünce, duygu ve davranışlar arasındaki ilişkiler konusunda çalışırlar. Bu yaklaşım genellikle “şimdi ve burada” üzerine, yani o anda güncel olarak kişide sıkıntı yaratan sorunlar üzerine odaklanır. Çeşitli hastalıkların yaşamı kısıtlayan etkileri hastayla birlikte saptanır. Bireyin hastalığı nedeniyle yapamadığı çeşitli aktiviteler tedavideki hedefler olarak belirlenir ve tedavi sonunda hastalığın yaşam alanlarında oluşturduğu kısıtlanmalar ortadan kaldırılarak yaşam kalitesinin iyileştirilmesi amaçlanır. Bu tedavi yaklaşımında tedavi süresi oldukça kısadır.

Kişinin öz kaynaklarını kullanarak sıkıntı yaratan durumlarla başa çıkabilmesine yardımcı olacak becerileri kazandırmak asıl hedeftir. Terapist ve danışanın birlikte çalışarak saptadığı hedeflere ulaşmak ve “değişim” yaratabilmek için seanslar sırasında öğrenilenler seanslar arasında uygulamaya geçirilir. Seans içinde terapistten öğrenilen bilginin beceriye dönüştürülebilmesi için uygulamada “ev ödevleri” ya da egzersizlerden faydalanılır.

Bilişsel davranışçı terapilerde terapist ve danışan birlikte danışanın sorunu hakkında ortak bir fikir edinerek sorunu birlikte anlamaya, mevcut sorunun danışanın düşünce, duygu ve davranışlarını ve gün içindeki işlevlerini nasıl etkilediğini belirlemeye çalışırlar. Danışanın kişisel sorunlarının anlaşılmasını izleyerek terapist ve danışan bir sonraki aşamada tedavi hedefleri belirleyip bir tedavi planı oluştururlar. Terapinin amacı danışanın sorunlarını çözmekte halen kullandığı baş etme yöntemlerinden daha yararlı olabilecek yeni çözümler üretebilmesini sağlamaktır. Bunu izleyerek, danışanın terapi seansları içinde öğrendiklerini terapi seansları arasındaki süreç içinde de uygulaması istenir.

Bilişsel davranışçı terapinin çocuk ve ergenlerde kullanımı da oldukça iyi sonuçlar vermiştir. Genellikle depresyon, anksiyete bozuklukları, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, enürezis noktürna, travma ve travma sonrası stres bozukluğuyla ilişkili semptomların tedavisinde kullanılır.

Cinsel Terapi

Cinsel terapi, cinsel sorunlar konusunda eğitim almış deneyimli psikiyatrist ve psikologlar tarafından cinsel sorunları olan birey ya da çiftlere uygulanan bir tür kognitif davranış tedavisidir. Tedavilerde kişiye mahrem ve güvenli bir öğrenme ortamı oluşturulur.  Bu ortamda kişi kendi denetimi altında kendisini, kimliğini, bedenini,  ilişkisini keşfetmeye cesaretlendirilir.  Bu keşif ve öğrenim kişinin özelliklerine göre değişen bir süratte ve derece derece olur. Cinsel sorunun tipine ve sorunlu çifte göre değişiklikler olmakla birlikte, cinsel tedaviler ortalama olarak 2-4 ay ve 6-10 seans sürer, ama kişiye göre bir iki görüşme ile kısa zamanda düzelen vakalar olabildiği gibi, tedavisinin bir iki yıl sürmesi gereken vakalar da olabilir.

Cinsel terapinin tedavi ettiği cinsel işlev bozuklukları; vajinismus, erken boşalma, sertleşme bozukluğu, disparoni (kadında ağrılı cinsel ilişki) kadın ve erkekte cinsel istek bozukluğu, kadında uyarılma bozukluğu, kadın ve erkekte orgazm bozukluğudur. Ancak ülkemizde yaşanan cinsel sorunlara göz attığımızda, cinsel eğitimsizlikten kaynaklanan sorunlar, cinsel bilgi eksikliği, cinsel deneyimin yetersiz olması, cinsellikle ilgili yanlış inanışlar, yetiştiriliş biçimi nedeniyle sağlıklı bir bedene ve psikolojik yapıya sahip bireylerde ya da çiftlerde cinsel sorunlar sık görülmektedir. Bu sebeplerle meydana gelmiş olan cinsel sorunlar da birkaç seans danışmalık verilerek tedavi edilebilmektedir.
Kaynak: CETAD

Aile ve Çift Terapisi

İnsan biyopsikososyal bir varlıktır ve diğer insanlarla kurduğu ilişkiler, ruh sağlığı ve duygusal doyum açısından çok önemlidir. Sosyal yapının birinci halkasını aile oluşturur ve burada yaşanan sorunlar kişinin yaşamında önemli bir yer kaplar.

Aile ve çift terapisinde amaç, aile içinde ve çiftler arasında yaşanan zorlu ve sıkıntılı süreçlerin ele alınarak çatışmaların çözülebilmesi ve tüm aile üyelerinin sağlıklı yönde değişiminin ve gelişiminin sağlanmasıdır. Terapistler, aile üyelerinin birbirlerine yardım edebilmeleri için yapıcı yollar bulmasına yardım ederler. Her bir üyenin sıkıntısı aile sistemi içinde değerlendirilir. Aile ve çiftlerle olan çalışmaların uzun vadeli etkisi söz konusudur. Terapiye katılan bireyler, kendileri ve diğer aile üyeleri hakkında daha fazla şey öğrenmektedirler. Bireylerin birbirleri ile kurdukları yakın ilişkiler desteklenmektedir. Problemlerle baş etme becerilerinin edinilmesi ile birlikte, sadece o anda yaşanan durumlara çözüm üretilmesi değil, sonrasında da yaşanabilecek bazı zor durumlarla baş edilebilmesi sağlanabilmektedir. Özellikle aile ve çift ilişkilerinde problem yaşayan herkes bu terapi yönteminden yararlanabilir.

Aile ve çift terapisinin çok geniş ve yaygın bir kullanım alanı vardır. Tüm psikiyatrik/psikolojik bozukluklarda, diğer yöntemlerle birlikte kullanılabilir. Birçok durumda, diğer psikoterapi yöntemleri ve bazen de ilaçla tedavi yöntemi eşlik edebilmektedir. Aile ve çift terapisi uygulamalarının farklı yöntemleri vardır. Bazı uygulamalarda tüm aile üyeleri aynı seansta bir araya gelirken, bazen terapist aile üyelerinden bir ya da ikisini veya çiftleri tek tek görebilir.

Kullanım alanlarından bazıları aşağıdaki gibidir:

  • Çift ilişkileri
  • Evlilik problemleri
  • Boşanma
  • Çocuk, ergen ve yetişkin ruh sağlığı
  • Çocuk ve ergenlerde davranış bozukluğu ve okul problemleri
  • Aile yaşamında değişiklikler (iş değişikliği, taşınma vb.)
  • Ebeveynlik becerileri
  • Evlat edinme, üvey ebeveyn/çocuk ilişkileri

Sosyal Biliş Etkileşim Terapisi

Sosyal biliş kişinin kendisini ve diğerlerini sosyal dünya içinde nasıl düşündüğü ile ilgilenen sosyal psikolojinin alt dalıdır. Ruhsal bozukluğu olan bireylerde sosyal biliş incelendiğinde duyguların algılaması ve ayırt edilmesi, zihin kuramı ve atıf biçimi alanlarında sorunlar yaşandığı görülmektedir. Sosyal bilişi geliştirmeye yönelik girişimler içerisinde günümüzde ilk ve tek öncül girişim 2007 yılında ilk sonuçları yayınlanarak David Penn ve ark tarafından uygulanmaya başlanan Sosyal Biliş ve Etkileşim Tedavisi (SBET)‘dir. SBET, aktif olarak sosyal bilişsel işlemler üzerine odaklanması sebebiyle diğer sosyal beceri eğitimlerinden farklı bir yer almaktadır. SBET’in yararının altında yatan mekanizma ise, katılımcı bireyin kendi sosyal bilişsel işlemlerini kavrayabilmesi ve kendi denetimini kurabilme becerisini kazanabilmesidir. Bu terapi programı ile sosyal biliş çekirdek alanların yanı sıra hastaların sosyal işlevselliklerinde de düzelme saptanmıştır. Bu programın etkinliği, program sonrasında yatan hastalar, ayaktan hastalar ve 6 aylık uzun dönem etkinlik çalışmalarıyla yinelenmiştir. SBET’in Türkiye’ye uyarlaması ise 2011 yılında Prof. Dr. Ayşen Esen-Danacı ve Doç Dr. Cumhur Taş tarafından yapılmıştır.SBET 3 evre ve yaklaşık 14 oturumdan oluşan bir terapi uygulamasıdır, bireysel veya grup terapisi şeklinde uygulanabilir. Ülkemizde yürütülen bu uygulamanın da hastalarının sosyal biliş, sosyal işlevsellik ve yaşam kaliteleri üzerinde olumlu etki yarattığı gösterilmiştir. Merkezimizde özellikle şizofreni ve asperger sendromu tanısı almış bireylerde uygulanmaktadır.

EMDR (Eye Movement Desensitization and Reprocessing) Terapisi

EMDR, Türkçe açılımıyla Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme, güçlü bir psikoterapi yaklaşımıdır. Farklı türdeki birçok psikiyatrik rahatsızlığın başarıyla tedavi edilmesini sağlamıştır.

EMDR’nin gelişimi 1987 senesinde, Dr. Francine Shapiro’nun göz hareketlerinin rahatsız edici düşüncelerin şiddetini azaltabildiğini tesadüfen keşfetmesiyle başlamıştır. Dr. Shapiro, bu etkiyi travmaya maruz kalmış kişiler üzerinde bilimsel olarak incelemiş ve tedavide sağlanan başarıyı 1989 yılında yayınlamıştır (Journal of Traumatic Stress, 1989). O tarihten itibaren EMDR, tüm dünyadan terapistlerin ve araştırmacıların katkılarıyla hızla gelişmiştir. Günümüzde EMDR, birçok farklı terapi ekollerinden ögeler içeren, farklı tanılara özel standartlaştırılmış protokolleri bulunan, bütüncül bir terapi yöntemidir.

EMDR teorisinin altyapısını oluşturan Adaptif Bilgi İşleme Modeline göre beyin, fizyolojik temelli bir sistemle, her yeni deneyim ile beraber kendisine ulaşan bilgiyi işler ve işlevsel hale getirir. Duygu, düşünce, duyum, imge, ses, koku gibi bilgiler işlenip ilişkili anı ağlarına bağlanarak bütünleşir. Böylece o deneyimle ilgili öğrenme gerçekleşir. Edindiğimiz bilgiler gelecekteki tepkilerimizi uygun bir şekilde yönlendirmek üzere depolanmış olur. Travmatik veya rahatsız edici olaylar yaşandığında bu adaptif sistemde bozulmalar görülmektedir. Yeni bilgi işlenip mevcut anı ağı ile bütünleştirilemez. Duygular, düşünceler, imgeler, sesler, beden duyumları yaşandığı haliyle depolanır. Bugün yaşanan bazı stresörler bu işlenmeden kalmış anıları tetiklerse, kişi travmatik anının bir kısmını ya da bütününü yeniden yaşıyormuş gibi etkilenir.

Doğal afetler, büyük kazalar, kayıplar, savaş, taciz, tecavüz gibi önemli travmatik yaşantıların yanı sıra, başta çocukluk çağı olmak üzere her yaşta yaşanabilen ve etkisi travmatik olan her tür yaşantı; günlük hayatta aile, okul ve iş çevresinde yaşanan olumsuz olaylar, şiddete maruz kalmalar, aşağılanmalar, reddedilmeler, ihmal ve başarısızlıklar işlenmemiş anılar arasında yer alabilmektedirler.

EMDR, bu tür izole anıların işlenmesini sağlayan fizyolojik temelli bir terapidir. Beynin zamanında yapamadığı bütünleştirme işleminin gerçekleşmesini sağlar. Kilitli kalmış anı ile diğer anı ağları arasında ilişki kurulması, bilginin adaptif bir şekilde depolanması mümkün olur. Travmanın yarattığı acı verici anılar, yıllar önce meydana gelen bir olay halini alır. Danışan artık rahatsızlık duymaz ve travmatik anıyı yeni ve sağlıklı bir perspektiften görür. EMDR terapisi ile sadece semptomlar ortadan kalkmaz. Yeni bakış açısının kazandırdığı pozitif inançlar ve olumlu duygular kişinin kendisini, ilişkilerini, dünyaya bakışını da olumlu yönde değiştirip kişisel gelişim sağlar.

EMDR terapisinde üç yönlü (geçmiş, şimdi, gelecek) bir protokol uygulanır. Hedef, geçmişte yaşanan anıların yeniden işlenerek duyarsızlaşmanın sağlanması, bugünkü semptomların tedavisi ve danışanın gelecekte karşılaşacağı benzer sorunlar karşısında, kazandığı yeni bakış açısını uygulayabilmesidir.

EMDR terapisi; Travma ve Stresörle İlişkili Bozukluklar başta olmak üzere, Dissosiyasyon Bozuklukları, Depresif Bozukluk, Fobiler, Panik Bozukluk gibi psikiyatrik hastalıklarda kullanılmaktadır. EMDR tedavisinin ne kadar süreceği sorunun tipi, danışanın bugünkü yaşam koşulları, önceki travmaların sayısı ve etkisi ile bağlantılıdır.